2 Ağustos 2009

Pazara gidelim...

Taze sebze ve meyve tüketmeyi sevdiğimiz için Pazar günleri bir saat kadar ayırıp kardeşimle evimize çok yakın kurulan pazara gidiyoruz. Oldum olası sevmişimdir pazarları. Girer girmez aldığınız bahçe kokusu, hepbir ağızdan bağıran satıcılar ve bazen benim diyen ‘stand-up’çıları aratmayacak şovlar. Gezmek için gittiğim farklı şehirlerin/ülkelerin pazarlarına da fırsatım varsa mutlaka girerim, bir şey almasam da baştan sona yürürüm. Her defasında şahit olduğum onlarca komik enstantaneyi hatırladıkça dudaklarımın yayılmasına engel olamıyorum. Satış taktikleri ise anlatmakla bitmez.

Tezgahın önündeki teyze satıcıya elindeki bir demet yeşilliğin ne olduğunu soruyor. “Kuzukulağı ablacım! Yemedin mi hiç yoksa! Çok ayıp, çok ayıp. Hemen vereyim.”

Her tülü tereddütlü halinizi firsat bilirler, alsak mı acaba diye sorulan sorular, düşünceli bir surat ifadesi, en ufak bir kararsızlık emaresi elinize torbaların tutuşturulmasıyla son bulur.


Bendeniz bu zoraki satışa kendimi kaptırmasını seviyorum sanırım. “Abla domates çok güzel, bak kokuya bak.” ; “Yok, almıycam bu hafta.” ; “Abla süper ama.”; “Yok, valla evde var.” Kardeşim dürtüyor; ne diye hesap veriyorsun evde var diye, istemem de geç işte diyor. “Al al abla süper, ne kadar veriim?” Eline kese kağıdını alıp, gözümün içine baka baka kiraz domatesleri birer ikişer dolduran çoçuğa bakıyorum ve gülesim geliyor. İstemediğim şeyi zorla almak üzereyim. Benim boş boş sırıtmamı fırsat bilip devam ediyor ancak bu kısmına müdahele edebiliyorum: yarım kilo yeter!

Meyve alıyoruz bu defa. Şeftali, kiraz, bir de vişne. “Abla armut?” “Yok, istemem.” “Ama abla bi tadına bak.” “Yok valla zaten çalışıyoruz, hepsi yenmiyor, atılıyor sonra.” Kardeşimden yine aynı bakış:) “Bak ama bak al bi tane ye, sonra konuş” diyerek önlüğüne sildiği armuttan bi tane ikram ediyor. Numune dağıtımı işe yarıyor. Armut tabii ki süper, gözlerim ele veriyor. “Nasıl ama abla?” “Hııı..çok güzel.” “Yaa pişman olursun almazsan” diyerek kese kağıdına dolduruyor yine. Gerçekten olur muyum, haftaya mı alsam diye düşünürken bir çocuk yanaşıyor: "taşıym mı abla?" "İstemem" diyorum. Kafamı çevirene kadar herşey için çok geç. Armut poşetim hazır bile.

Sonra bir de pazarcı tarfileri var. Satarken en iyi pişirme yöntemini de beraberinde anlatıyorlar. “Abicim buna hiç su koymıycan, kapat tencerenin kapağını kendi suyuyla, şahane, lokum lokum” “Ablam bunun salatası güzel olur, haşlıyosun, zeytinyağı, limon, sarımsak. Yap sen, haftaya gelip yine istiycen.” Bir de aynı tezgahın önünde siz 2 kg. börülce alırken “pardon, nasıl yapıyorsunuz onu?” diye soranlar vardır ki en güzel ayaküstü tarifler orada alınır/verilir.

Bir de geçen hafta hesaplaşmaları var
. “Geçen hafta bir fasulye aldım senden, sırf kılçık.” “Yaa yengem yapma ya. Ver yengeme oradan 1 kilo. Benden bu.”

Hayatta kanmam böyle kandırmacalara diyenler ve bu konudaki duruşu kesin olanlar çoğunluktadır tahminimce. Hatılıyorum da babam pazara gitmeden anneme sorardı ne lazım diye. Annem istediklerini söyler, sonra da eklerdi “havuç, limon, pırasa alma. Onlar var.” Babam pazardan döndüğünde torbaları alan annem şokta: “Kaç kilo havuç var burada? “Aaa limon da almış.” “Eee ben sana pırasa alma demedim mi, nereye sığdırıcam ben bunları?” Belli ki aynı tezgahdaki aynı amcaların işi bunlar, babamın suçu yok:)) Babamın pazarcı dostlarını kıramamasını şimdi daha iyi alnlıyorum. Benimkisi biraz genetik sanırım..

1 yorum:

La Madame Chapeau dedi ki...

Şöyle bir gezdim dolaştım. Keyif aldım. Hele "meyveli minik tartlar" yazısını okurken, çok eğlendim. Aklıma, Amerikan kadınlarının mutfağı reddetmeleri durumundan yakınan bir arkadaşım geldi. Daha da eğlendim!

'Neden az yorum bırakılmış ki bu sayfalara?', dedim, ses vereyim istedim.

Pek güzel...

Sevgiler,
Banu